08 Temmuz 2018

Haticenin makinası














Babamın babannesi olan Hatice Duygu, Dolköy' lü Aloş Ağa' nın eşidir ve Kastelli sülalesine mensuptur.

Selanik' de dünyaya gelen ve varlıklı bir ailenin kızı olan Hatice ninemize babası, çeyiz olarak bir dikiş makinası vermiş. Zamanın koşullarında büyük ihtimal sadece terzilerde olan bu yeni buluş onun evinde olacak, çocuklarına ve eşine esbaplar dikecektir. Mübadele zamanı öküz arabaları ile ayrılmak zorunda kaldıklarında, memleketten bir sandık ile göçmek durumunda kalır, yanına dikiş makinasını da almış mıdır? kim bilir...

Torunlarına biraz dokunaklı bir hikaye anlatmış Hatice nine; savaşların kızışmaya başladığı dönemde Rumlar gelir, hayvanlarına zarar verirlermiş. Onlara da biraz bağırıp çağırarak hindileri yakalayıp tuvalette boğmuşlar bir defasında mesela.

Şu dünyada bütün kötülüklerin anası cehalet, onun yaptıramayacağı zalimlik yoktur. Ve cehaletin ilmiği önce masumların boynuna geçer. Burada verilmek istenen bazı açık mesajlar var aslında; birincisi ben istersem bunu yapabilirim, ikincisi ben eğer istersem bunu sana da yapabilirim ve en önemli üçüncüsü buradan gidin artık !

Ne acı, ne kadar zorlarına gitti kim bilir? O da buraya ait değil mi ki? Ne demek kovulmak?

Hatice nine ye gelince; kendisinden marifeti, temizliği, otoriterliği ile söz edilmektedir. Köyde düğün dernek olduğunda hep beraber toplanılır börekler açılırmış, ama ondan çekinirlermiş, pek cesaret edemezlermiş yanında oturup kolları sıvamaya...

Yemeklerinin tariflerini devlet sırrı gibi saklar, anlatmaz geçiştirir ya da eksik söylermiş...

Evin köpeklerine bile ayrı ekmek pişirilirmiş mesela, herşey fazlasıyla programlı.

Çok güzel peynir yaparmış, kesilen koyunun iç organları ve etleri sıyrılır, içi iyice sabunlanıp temizlenirmiş. Hatice ninem ayrı bir yerde muhafaza ettiği tam techizat malzemeleriyle koyunun içinde peynir mayalarmış, deri loru yaparmış.

O zamanlar fincandı, kahveydi köyde pek bulunmazmış. Muhtar efendi misafir ağırlayacağı zaman Hatice Nineye haber verirmiş. O da kapaklı fincanlarıyla kahve pişirir, tepsiyle muhtara teslim eder, gelen misafire ikram edilirmiş. Aynı şekilde köye gelen önemli misafirler için yemek de pişirirmiş.

Gala Gölü' nün balığını çok severmiş. Memlekette balıkları canlı tutardık, balları eşekle taşırdık, mısırlar bile başkaydı orada, sapsarıydı dermiş...

Sarı dedim de evleri sarı tahta döşeliymiş Selanikli, Langazalı Hatice hanımların,
Ruhları şad olsun.

Kişilerin hikayelerine yer verdiğimiz bu mecrada okuduklarımız için yorum yapmak da çok önemli, çünkü burada onları anmak demek, aynı zamanda onları anlamaya çalışmak demek.

Bu insanlar bazı hakaretlere, bazı zalimliklere sessiz kalmış maalesef. Karşılıklı olan bir durumdur tabi. Dün komşuydular, kardaştılar. Belki bir süre önce Türklerin evindeki hanım bir yemek yaptı ve Rum komşusu sever diye çocukla yolladı, belki genç kız iken birlikte ip çevirdiler, aynı çeşmeden su doldurdular, birlikte kıkırdadılar sevdikleri oğlanlara bakarken, aynı örneği çıkardılar yazmalarına...

Peki ya bunu kim, neden yaptı? Boşuna başlık atılmadı mübadele belgesellerine işte; Kim ayırdı bizi? diye. Bu insanların yaşanmışlıkları, paylaşılmışlıkları, akrabalıkları var birbirine. Onlarda da belki çok dramatik hikayeler var. Ninelerinden, dedelerinden neler dinlediler kim bilir...

Muhacir denildiğinde akla pek çok şey gelebilir elbet ama o kadar gözdağı alıp, geleceğe dair bir belirsizlik yaşamaları kaygılı hale getirmiş onları. Benim zihnimde beliren biraz ürkek, buruk bir insan modeli var nedense muhacirler için. Bizler Mustafa Kemal gibi cengaver bir yiğidin hemşerileriyiz aslında, ama kavga sevmeyiz, barış severiz, neşeliyiz, sempatik ve sıcak kanlı insanlarız. Velhasıl tüm bunların genetik bir aktarım olduğunu düşünüyorum. Atalarımız belki neleri var ise Yunanistan' da bırakıp geldiler ama oradaki hisleri bizlere aktarıp duygusal bir miras bıraktılar sanırım.

Yenel Duygu Sürek
Paylaş