23 Mayıs 2012

Egribucak beldesi





















Doluköy (Malkara, Tekirdağ)

Adım Sefer Güvenç. 23 Nisan 1945 tarihinde Doluköy’de doğdum. Babam Süleyman Güvenç, 1898 yılında Selanik Vilayetinin Langaza (Langadas) Kazasına bağlı Eğribucak (Nea Apollonia) Beldesinde doğmuş.

Annem Arzu Güvenç, 1912 yılında Langaza kazası Zalver (Zangliveri) nahiyesine bağlı Kızıllı (Partheni) köyünde doğmuş. Babam 24, annem ise 12 yaşında 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan mübadele (zorunlu göç) sözleşmesine göre Türkiye’ye göç ettirilmişler. Babamın tarafı Malkara’ya bağlı Dolu köyüne, Annemin tarafı ise Malkara’ya bağlı Deveci köyüne iskan edilmişler.

Mübadeleden önce baba tarafım; çiftçilik, hayvancılık ve Beşik Gölünde (Limni Volvi) balıkçılık yaparak yaşamlarını sürdürmüşler. Annemin babası ise köyün imamı imiş. Dini görevlerinin dışında küçük çapta da olsa çiftçilik ve hayvancılık da yapıyorlarmış.

Onların yaşamında 1912 Balkan Savaşı bir kırılma noktası olmuş. Babamın babası Balkan Savaşı sırasında askere alınmış. Yanya cephesine gönderilmiş. Savaştan geri dönmemiş. Annemin annesinin erkek kardeşleri de Balkan Savaşı sırasında askere alınmış ve bir daha geri dönmemişler.

Balkan Savaşının sürdüğü günlerde/yıllarda; özellikle de Osmanlı ordusunun yenilgisinden sonra tedirginlik ve korku dolu günler yaşamışlar. Babamın anlatımına göre civardaki köylerde yaşayan yerli Rum gençler Eğribucak köyüne baskın yapmaya teşebbüs etmişler. Fakat bu baskın yaşlı yerli Rumlar tarafından engellenmiş. Yine babamın anlatımına göre Allah da onlara yardımcı olmuş! Baskına teşebbüs edildiği gün ağaçları kökünden sökecek kadar şiddetli bir fırtına çıkmış ve sağanak yağışlar olmuş. Bu tabiat olayı da eylemin yapılmasını engelleyen önemli bir etken olmuş.

Yunan hükümeti bölgenin yönetimini Osmanlılardan devir alınca Eğribucak’ta düzen yeniden kurulmuş. Yunan jandarmaları köye yerleşmiş ve düzeni sağlamışlar.

1913-1922 yılları arasında hiçbir sorun yaşanmamış. Balkan Savaşı öncesindeki gibi normal yaşamlarına devam etmişler.

1922 yılının sonlarında Nea Apollania bölgesinde önemli gelişmeler olmuş. Köylerine Türk-Yunan Savaşı sonrası Anadolu’yu terk eden Rum Ortodoks mülteciler yerleştirilmiş. Bir yıl kadar Anadolu’dan gelen Rum Ortodoks mültecilerle birlikte aynı evi paylaşmışlar. Ya da Müslüman evlerinin bir kısmı boşaltılarak gelenlere tahsis edilmiş. Hayvanlarını, tarlalarını gelenlerle paylaşmışlar. Hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar açısından belirsiz bir bekleyiş varmış.

Anadolu’dan gelen Rum Ortodoks mültecilerin bir kısmının ana dili Türkçe olduğu için iletişim konusunda bir sıkıntı yaşanmamış. Eğribucak ve civarına yerleştirilen Rum Ortodoks mültecilerin büyük çoğunluğu Karabiga’nın Aksaz, Dermencik köylerinden. Gölcük’ten, Kula’dan gelenler de var. Gelenler yaşadıkları felaketi annemin annesine (Feride/Ferde Nine)  anlatırken annemde hatırında kaldığı kadarıyla bizlere nakletti. Gelenler kaçarak geldikleri için kadınlar ziynet eşyaları dahil her şeylerini bırakarak gelmişler.

1922 yılının Kasım ayında İsviçre’nin Lozan kentinde barış görüşmeleri başladı. Barış görüşmeleri başladığında ele alınan ilk konulardan bir tanesi her iki devletin elinde bulunan savaş esirlerinin, sivil tutsakların değişimi ve Yunanistan’da yerleşik Yunan uyruklu Müslümanlarla Türkiye’de yerleşik Türk uyruklu Rum Ortodoksların mübadelesi oldu.

Lozan’da devam eden Barış görüşmelerine gazeteler günü gününe yer veriyordu. Halk arasında mübadele konusu sıklıkla konuşulur olmuştu.

30 Ocak 1923 tarihinde mübadele sözleşmesi imzalanınca tarafsız bir üyenin başkanlığında Türk ve Yunan temsilcilerinin katılımı ile bir karma komisyon kuruldu. Bu karma komisyon’a bağlı olarak oluşturulan alt komisyonlardan bir tanesi köylerine gelince mübadelenin kesin olarak uygulanacağına inandılar. Annemin anlatımına göre köylerine gelen komisyonun Yunan temsilcisi iki katlı evlerinin bir katına yerleşmiş. Müslümanlara ait taşınır ve taşınmaz malların, hayvanların tespitini yapmışlar. Hayvanlara (koyun, keçi, inek, öküz,at, vb.) damga vurmuşlar. Annem bu olaya “Pitakşi yaptılar” diyordu. Yani; mallarının bir kısmını müsadere etmişler (el koymuşlar/zor alım) ve Türkiye’den gelen Rumlara vermişler.

Bazıları hayvanlarını komisyondan kaçırarak ucuz fiyatla yerli Rumlara satmayı başarmış. Annemin anlatımına göre sahip oldukları 15 kadar koyunu yerli bir Rum’a satmışlar; ama paralarını alamamışlar.

Annemlerin yaşadıkları köy (Kızıllı/Partheni) küçük bir köymüş. Civardaki yerli Rum köylerinden bir saldırı olmasından korktukları için kendilerini koruması için iki tane yerli Rum’u ücret karşılığı koruma olarak tutmuşlar. Bir süre böyle yaşadıktan sonra daha güvende olabileceklerini düşündükleri Zalver’e (Zangliveri) göç etmişler. Mübadeleye kadar Zalver’de yaşamışlar.

Gerek babamlar gerekse annemler 1923 yılının sonlarında Türkiye’ye göç etmek üzere hayvan sırtında veya yerli Rumlardan kiraladıkları öküz arabaları ile Selanik limanına gelmişler. Selanik limanının civarında kurulan çadırlarda sevk sırasının kendilerine gelmesi için bir aya yakın beklemişler. Köylerinde ambarlarındaki ekinleri, her türlü ev eşyalarını ve tarım aletlerini bırakmışlar. Yanlarına sadece ihtiyaç duydukları eşyaları alabilmişler. Mübadele sözleşmesine göre ev veya tarlalarını satmaları yasaktı. Eğribucak ve Kızıllı köyünden hayvanlarını beraberlerinde Türkiye’ye getiren olmamış.

Doğdukları toprakları terk etmemek için her hangi bir direnç göstermemişler. Yapabilecekleri pek fazla bir şey de yokmuş.  Savaş iki toplumun arasını açmış, her iki toplumda da milliyetçi fikirler ön plana çıkmıştı. Yine annemin anlatımına göre Anadolu’dan gelen Rum Ortodoksların çocukları “Kato Kemal” derken çocuk yaşta olan annemler de “Zito Kemal” diyorlarmış. Milliyetçi fikirler çocukları bile etkisine almış o dönemde. Savaş, iki toplumun barış içinde birlikte yaşamalarının koşullarını ortadan kaldırmış.

Mübadelede gitmek istemeyen Müslümanlar da olmuş. Langaza’da yaşayan zengin Müslümanların bir kısmı Karma Komisyona ve ilgili mercilere gitmek istemediklerini belirten dilekçeler vermişler. Ama sözleşmenin zorunluluk ilkesi nedeniyle gitmek istemeyenlerin bu tür talepleri de kabul edilmemiş.

Babamın verdiği bilgilere göre Eğribucak’tan (Nea Apollonia) 300 aile; yaklaşık 1500 kişi göç etmiş. Göç edenler Türkiye’de Malkara’nın üç köyüne iskan edilmişler. Bu köyler:  Şahin Köy, Dolu Köy ve Doğan Köy.

Eğribucaklılar’ın Doluköy’e gelişleri deniz yoluyla olmuş.  Gemiler yolcu taşımaya elverişli gemiler değilmiş. Yük taşıyan gemiler bazı tadilatlarla yolcu taşıyabilecek duruma getirilmiş, seyyar tuvaletler yapılmış. Gelenleri çoğu kamaralarda değil açık alanda seyahat etmek zorunda kalmışlar.  Annemlerin geldiği gemi batma tehlikesi geçirmiş. Mübadilleri gemi yolculuğunda en çok etkileyen olaylardan biri de gemide ölenlerin denize atılmasıymış.

Selanik limanından hareket eden gemiler önce İstanbul-Tuzla’ya geldi. Tuzla’da bulunan tahaffuzhanede (sağlık merkezi) karantinaya alındılar. Sağlık kontrolleri, aşıları yapıldı.  Eşyaları ve elbiseleri etüvden geçirildi, dezenfekte edildi.  Bir iki gün burada kaldıktan sonra tekrar gemiye bindirilerek Tekirdağ limanına geldiler. Tekirdağ’da kamu binalarında bir iki gün kaldıktan sonra iskan yerleri olan Dolu köye hayvan sırtında ve arabalarla sevk edildiler.

Selanik limanında hareket edişlerinden Doluköy’e varışları yaklaşık olarak 8-10 gün sürmüş. Köylerinden çıkışlarından Doluköye varışları ise yaklaşık olarak 30-40 gün sürmüş.

Doluköy’de yeni bir hayata başlamak onlar için oldukça zor olmuş. İlk gelenlerin bir kısmı salgın hastalıklardan ve çevre şartlarının değişmesinden yaşamını yitirmiş.

Çavuşlu, Harmanlı gibi yerli komşu köylerle ilişkileri sınırlıydı. Aslında bu köylerde yaşayanlar de 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Bulgaristan’dan gelmişlerdi. Onlar da göçmendi; ama gelenek, görenek, örf ve adetleri farklıydı. Uzun yıllar, denebilir ki 1960’lı yıllara kadar bu köylerle kız alış verişi olmamıştır. Bu köylerle ilişkileri büyük ölçüde yakacak odun temini konusunda olmuştu. Bu köylerin arazilerindeki ormanlardan kesilen yakacak odunlar Doluköy’e getirilerek satılıyordu. (Ne yazık ki günümüzde bu köylerde şimdi orman da kalmadı.)

Doluköylülerin ilişkileri daha çok kendileri gibi mübadil olan ve eski Rum köylerine yerleştirilenlerle oldu. Langazalı mübadillerin iskan edildikleri köyler: Dolu, Şahin, Doğan, Davuteli/Davuldere, Teberrük/Bayramtepe, Hemit Köy, Yılanlı, Tatarköy ve diğer eski Rum Ortodoks köyleri.

Dolu köyün arazileri civar köylere göre daha verimliydi. Küçük baş hayvan (koyun, keçi) yetiştiriciliği için meraları ve çayırları da vardı. İlkel tarım tekniklerini (kara saban) kullanmalarına rağmen yaşamlarını sürdürmeleri mümkün oldu.  Zaman içinde sabanın yerine pulluk aldı.

Doluköy’de Rum Ortodokslardan bir yel değirmeni, bir su değirmeni kalmıştı. Su değirmeninin 1960’lı yıllara kadar çalıştığını biliyorum. Yel değirmeninin ne zamana kadar çalıştığı konusunda şahsen bir fikrim yok. Köyde ayrıca bir peynir imalathanesi ile şeker pancarından pekmez üreten bir imalathane vardı. Daha sonraları motorin ile çalışan iki tane un değirmeni üretime geçti. Civar köylerin sakinleri ürünlerini öküz arabalarıyla bu imalathanelere ve değirmenlere getirdiklerini çok net hatırlıyorum.

Köye ilk traktör 1950’li yılların ortasında geldi. Traktör, hem ulaşım aracı hem de tarım aracı olarak kullanılır oldu. 1950 öncesi alış veriş için Pazartesi günleri Malkara pazarına hayvan sırtında ya da öküz arabaları ile gidiliyordu. Traktörlerin köye gelmesi ile köylüler Malkara pazarına gidip gelirken traktörlerin römorklarında seyahat etmeye başladılar.

Eğribucak’tan gelenler gerek maddi imkansızlıklar nedeniyle gerekse Yunanistan ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin gerginliği nedeniyle bir daha doğdukları toprakları ziyaret edemediler.

Doluköyü’nden sadece bir kişi 1950’li yıllarda ziyaret etmiş (Osman Ağa/Osman Turan).  1950-1955 arası her iki ülke de Nato’ya girmiş, ilişkilerde tahmin edilemeyen bir yakınlaşma olmuştu. Ne yazık ki bu yakınlaşma pek uzun sürmedi 1955’ten sonra ortaya çıkan Kıbrıs sorunu nedeni ile iki ülke arasındaki ilişkiler yeniden gerginleşti. 1990’ların ortalarında itibaren iki ülke arasındaki ilişkilerde yeniden bir yakınlaşma başladı. Bu her iki tarafın mübadilleri için doğdukları toprakları ziyaret etmelerine uygun bir ortam oluşturdu. Türkiye’de mübadele üzerine yayınlar yapılmaya başlandı.

Ben babamın doğduğu köy olan Eğribucak/Nea Apollonia’yı ve Yunanistan’ı ilk kez 1999 yılının Ekim ayında ziyaret ettim. Ziyaretim sırasında çok sıcak karşılandım. Atina’ya gittim. Küçük Asya Araştırma Enstitüsünü ziyaret ettim. Anadolu’dan gelen mübadillerle yapılan sözlü tarih görüşmelerini, Anadolu’da söyledikleri türkülerin derlemelerini ve kayıtlarını inceledim. Yunanistan’a giden Rum Ortodoksların çok sayıda dernek kurduklarını öğrendim. Bu derneklerin Küçük Asya’dan, Trakya’dan ve Karadeniz/ Pontus’tan getirdikleri kültürlerini yaşatmak için yaptıkları çalışmalarından etkilendim.

O tarihe kadar Türkiye’deki mübadiller her hangi bir vakıf ya da dernek çatısı altında örgütlü değildi. Yunanistan’dan döndüğümde yakın çevremdeki arkadaşlarla mübadillerin örgütlenmesi için çalışmalara başladık. 1999 yılında başlayan çalışmalarımızın sonucunda 2001 yılında Lozan Mübadilleri Vakfını kurduk. Vakfın kurulduğu tarihten bu yana Genel Sekreterlik görevini yürütüyorum. Yılda 5-6 defa Yunanistan’ı ziyaret ediyorum. Mübadilleri aile büyüklerinin doğdukları köylere götürüyorum.

Dolu köyüne yerleşen mübadiller uzun süre gelenek ve göreneklerini korudular. Dini günlerde (Kurban Bayramının 2. Günü) bütün köy halkı bir araya geliyor ve keşkek aşı kaynatıyorlardı. Çocukluğumdan hatırladığım bu gelenek maalesef unutuldu. Doluköylüler memleketlerindeki doğum, nişan, düğün adetlerini uzun yıllar değiştirmeden sürdürdüler.

1960’lı yıllardan sonra köyden şehirlere göç başladı. Göçün sebeplerinden biri genç nüfusun çoğalması, toprakların kalabalıklaşan aileleri geçindirmeye yeterli olmamasıdır. Göçün bir diğer nedeni de Ülkede kapitalist ilişkilerin gelişmesi ve gençlere yeni iş sahalarının açılmasıdır. Kent yaşamının gençler için daha çekici hale gelmesi ve kendilerini daha özgür hissedilecekleri bir yaşam arzulamaları, gençlerin daha iyi bir eğitim alma istekleri göçleri hızlandırdı. Dolu köylülerin bir kısmı İzmir ve Bursa gibi sanayi kentlerine bir kısmı ise köylerine yakın olan Malkara ve Uzunköprü  gibi kasabalara göç ettiler. Günümüzde köylülerin bir kısmı kışları kasabalarda yaşıyor, çocuklarını kasabadaki okullara gönderiyor, yazın ise köydeki tarlalarını işliyorlar. Kazançlarını köye yatırım yaparak değil, kasabalara yatırım yaparak değerlendiriyorlar. Bu nedenle köyümüzde kayda değer bir gelişme gözlenmemektedir.

Sefer Güvenç, 23 Mayıs.2012, İstanbul
Paylaş